30 Ara 2007

Bağlanmayacaksın


Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela.

O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin onu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

"O benim." diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.

Mesela turuncuya, yada pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden,

Çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...


Can YÜCEL

Bekleyiş


...Altı kadın vardı demir kapının önünde
ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;
altı kadından biri sen değildin, ama
beş yüz erkekten biri bendim...


Nazım HİKMET RAN

22 Ara 2007

...

Gelsene dedim Ona
Kalsana dedim Ona
Gülsene dedim Ona
Geldi / Kaldı / Güldü
ÖLDÜ...

18 Ara 2007

KORKU...

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.


William Shakespeare

13 Ara 2007

...Saman Sarısı

...ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı...

6 Ara 2007

SEVGİLERDE...

Sevgileri yarınlara bıraktık
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarımız bizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Biz böyle olsun istemezdik)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbimizi dolduran duygular kalbimizde kaldı.
Biz geniş zamanlar umuyorduk
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklımıza gelmezdi.
Gizli bahçemizde açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az bulduk
Ya da vakit olmadı ...

Ben Seni Sevdim mi?

Ben seni sevdim mi? Sevdim, ki hem de nasıl
Tuttum, ta içime oturttum seni
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
İçtim yudum yudum güzelliğini

Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
Biri vardı ağlayan gecelerce
Biri vardı sana tutkun; o bendim

Ben seni sevdim mi? Sevdim.
En büyük en solmayan güller açtı içimde
Ömrümü değerli yapan bir şeydin sen benim
Geç kalmış gençliğimde

Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
Bir çizgiye vardım seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim....

3 Ara 2007

Son Söz

...Kendine dikkat et. Büyürken, yanlışların yerine doğruları koymak istediğinde şunu anımsa:

Yapılacak ilk devrim, insanin kendi içinde yapacağıdır, evet ilk ve en önemli devrim budur.

İnsan kendi hakkında bir düşünceye sahip değilken, bir düşünce uğruna savaşmak, yapılabilecek en tehlikeli şeylerden biridir.

Yolunu yitirdiğini, şaşırdığını hissettiğin zaman ağaçları düşün, onların büyüme biçimini anımsa.

Unutma ki yaprağı gür ama kökü zayıf bir ağaç ilk güçlü rüzgarda devrilir.

Oysa kökü güçlü ve az yapraklı ağaçta can suyu bin güçlükle dolaşır. Kökler ve yapraklar aynı ölçüde gelişmelidir, olayların içinde ve üzerinde olmalısın, ancak böyle gölge ve sığınak sunabilir, ancak doğru mevsimde çiçekler ve meyvelerle donanabilirsin.

Ve sonra, önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilmediğin zaman, herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al.

Hiç bir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle.

Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git...""

Her zaman nerde yanlış yapıyoruz biliyormusunuz?

Yaşamın değişmez olduğunu zannediyoruz.

Hayatımızın, isteklerimiz doğrultusunda "trenin ray değiştirmeden yol alması gibi" süreceğini zannediyoruz.

Oysa kader denilen şey, hayal ettiğimizin ötesinde çok daha farklı şekillerde karşımıza çıkabiliyor.

Bazen çok sevdiğimiz birinin kaybı, bazen işlerimizin ters gitmesi, bazen hiç beklemediğimiz anda yakalandığımız bir hastalık, bizi umutsuzluğa sürükleyebilir.

Tüm umutlarımızı yitirdiğimiz bir anda, uzanan bir yardım eli, çakan bir şimşek kadar etkili olabiliyor yaşamımızda.

Yada hayatımızın ray değiştirdiğini hissettiğimiz bir anda, tek başımıza mücadele etmek zorunda kalabiliyoruz yaşamla...

Kararsız kalırız, ne yapacağımızı bilemeyiz.

Yanlızlığın soğukluğunu, çaresizliği hissederiz.

İnsanın yaşamında karşılaştığı ender durumlardan biridir bu.

Böylesi umutsuzluk içindeyken yapabileceğimiz tek şey, beklemek..

Yüreğimizin bizimle konuşmasını beklemek...

Daha sonra da, yüreğimizin söylediği yere gitmek..

"Ne insanlar varki yürür hayat patikalarından geçer izsiz
Ne insanlarda vardır ki dokunsa su birikintisine bırakır bir deniz...
Yürü, bildiğin ,yüreğinin götürdüğü yolda yürü
Yol ki bu en güzel olanıdır."

2 Ara 2007

Biraz Eğil

Bu yaz Latince kursuna gitme, beni incele.
Seneye uçarsın planorle.
Bu yaz boşluğu benim cinnetimde dene...
Sana cağdışı bir romantizm getirdim, ilkel bir soyutlama...
İşletme tezini sonra verirsin, bu yıkımıkaçırma...
Hırslarını yatıştır bir süre için...
Biraz eğil, nefesimi dinle, hiç olmazsa, uzülüyormuş gibi yap...
Yeniden dönersin eski hayatına, biraz saygı duy, biraz zaman kaybet...
Bak beni nasıl zehirleyecek, içinde taşıdığını bile farketmediğin o aşk...
Küçümseme, deneyimdir ; soranlara anlatırsın
Senin için bu yenilgi, bu dağılıp parçalanma...
Bu yaz Latince kursuna gitme, beni incele...

Cezmi Ersöz

Sevgisi Soğurken...

Usul usul azalıyordu sevgisi, kalbi soğuyordu...
Aynı masada, yanyana oturuyorduk, ellerinden tutuyordum...
Akıntıya kapılmış bir çiçek gibi bilmediğim, bilmediği uzaklıklara doğru gidiyordu...
Öyle acı çekiyordu ki sevgisinin azalmasından...
Seni artık özlemiyorum, eskisi gibi içimi acıtmıyorsun, bu benim için ne büyük acı biliyor musun, derken sesi titriyordu.
Dalından kopmuş bir çiçek gibi unutulmuş denizinde usul usul sürükleniyordu...
Sevgimiz yurtsuz kalmıştı şimdi...
Can çekişen bir hastayı ölümüne hazırlar gibi, nefesimi tutmuş saçını okşuyordum durmadan...
Sevgisi, yaralanmış çocukluğumuzu ve dünyayı değiştirmeye yetmemişti.
Hayal kanatları yanmış sevgisini öksüz kalan sevgime kattım.
Sevgisi biterken gözlerine son bir kere baktım.
İnanmıştı çektiğim ızdıraba...
Son anda sarıldı bana: Hadi, sen de benimle gel, birlikte karışalım kayboluşa, dedi.
Yapamam, dedim, istesem de yapamam.
Bu sevginin ömrünü beklemeliyim...
Bu sevginin beni götürdüğü yere kadar gitmeliyim...
İçimde sırrın, kimseye benzemezliğin sızısı, yarım kalan yolculuğun aşk yüzlü çocuğu var...
Sevgisi soğurken son tesellisi, son umudu bu olmuştu

1 Ara 2007

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENiN !

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin. İki ucu keskin bıçaktır bu işin...

Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman...

Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.

Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta.

Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?

Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

Her zaman ki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana...

Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası...

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. "Yürek sesi ne?" bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu...

Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

Nazım Hikmet RAN

24 Eyl 2007

Huzursuz Ruhlar

Birisini çok sevseniz...

Ona aşık olsanız...

Hayranlık, dostluk ve şefkat bu aşkınızı beslese...

Yıllarınızı birlikte geçirseniz...

Onun için dünyanın en unutulmaz şiirlerini yazsanız...

Ve, bir gün sizi yapayalnız bırakıp ölse...

Perdelerinizi kapatıp her yanında onun izleri olan evinize kapansanız...

Artık yanınızda olmayan sevdiğinizin anılarını düşünseniz...

Sonra, artık size sahipsiz görünen odalardan birine girip onun dolabını açsanız...

İçinde isimler olan bir defter bulsanız...

Sevdiğinizin sizinle beraberken seviştiği ya da sevişmeyi düşündüğü insanların adları, uzun bir liste olarak yazılı olsa orada...

Ne yaparsınız?Ne hissedersiniz?

Ünlü Fransız şair Aragon, karısı romancı Elsa Triolet öldükten sonra böyle bir liste bulmuştu işte.Sevdiği kadının seviştiği erkekler...

Yediği bu darbenin ağırlığından uzun zaman kurtulamadı Aragon.Çok ağır yaralanmıştı.Ölüm, onların gelecekte birlikte yaşayacaklarını çalıp almış, ona sevdiği kadının bulunmadığı bir gelecek bırakmıştı; bulduğu defter de şimdi geçmişini alıp götürüyor, geçmişi lekeli bir boşluğa döndürüyordu.

Sevdiği insandan ona kalan anıların hepsi şüpheli gölgelerle kaplanıyordu.Hesap sorabileceği, "niye yaptın" diyebileceği kimse yoktu. Herhalde, ölene kadar Elsa’nın neden bunu yaptığını merak etti. Üstelik bu cevabı kolay bulunabilecek bir soru da değildi. Aragon, büyük bir şair, iyi bir romancı, siyasi mücadelelere girmiş cesur bir adam, halkının taptığı bir kahramandı. Elsa için yazdığı şiirler neredeyse bütün dünya tarafından ezbere biliniyordu.

"Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim deBütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm

Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm

Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde"O "derin gözlerin" sahibi onu aldatmıştı.

Bir kadının isteyebileceği nerdeyse her şeye sahip olan kocasını bırakıp onunla kıyaslanamayacak bir defter dolusu erkekle birlikte olmuştu.

Bir kadın bunu niye yapar?Kocasıyla birlikte efsaneleşmiş bir aşkın sembolü olarak görülen, adı kocası tarafından aşkla özdeşleştirilmiş, dünyanın en bilinen şiirlerine kendi ismi verilmiş bir kadın niye yapar bunu? Sadece kocasını, sadece bütün dünyaya "Elsa’nın gözleri" şiirini ezberletmiş bir şairi değil, onların isimlerini kendi aşklarına katmış milyonlarca insanı da aldatmıştı.

Sanırım, bunun cevabı, Elsa Triolet’nin büyük bir açık yüreklilikle tutulmuş günlüklerindeki bir satırda gizli. "Herkes beni sevsin, bütün erkekler bana hayran olsun istiyorum."

Dünyanın belki de en korkunç hastalığına tutulmuş, daha doğrusu bu hastalıkla doğmuştu, "herkes tarafından sevilme ve beğenilme" hastalığı onu daha doğarken yakalamıştı. Öylesine büyük ve imkansız bir şey istiyordu ki bu isteğinin tatmin edilmesi, onun bu tatminle huzura ermesi imkansızdı. Bu hastalığa tutulmuş herkes gibi neredeyse tüm hayatını huzursuzlukla ve mutsuzlukla geçirmek zorundaydı. Böyle birine dünyanın en büyük aşkını, dünyanın en iyi şairlerinden birini, yeteneği, başarıyı, kendisine ve kocasına hayranlık duyan bir kalabalığı verseniz de onun elde ettikleriyle yetinmesi mümkün değildi. Tanrının niye bazı insanlara bu acı dolu hastalığı verdiğini bilmiyorum.

Gerçi yeryüzündeki herkeste bir "sevilme" isteği, beğenilme arzusu vardır ama bütün hayatının yönetimini bu tutkunun emrine vermek çok daha başka bir şeydir. Neredeyse bütün erkekleri ya da kadınları tek bir insan gibi görüp onların hepsini tek bir insanı kendine aşık eder gibi kendine aşık etmeye çalışmak, aralarından biri bile kendisine yeterli ilgiyi göstermeyince herkes kendini terk etmiş gibi hissetmek, sürekli acı çektirir insana. Böyle biri kaçınılmaz olarak kendini sevenlerle değil sevmeyenlerle, beğenenlerle değil beğenmeyenlerle ilgilenecektir. Hep acı ve kırgınlık olacaktır hayatında. Bir insan niye bu kadar çok sevilmek ister? Niye diğer insanları hayatının merkezine yerleştirir?Onların söyledikleri her söz içinde yankılanır, onların bakışlarından, seslerinden anlamlar çıkarmaya çalışır?Bu kadar çok insanı ruhuna sığdırmaya uğraştığına göre büyük bir boşluk olmalı ruhunda, doldurulması zor bir boşluk.Nedir o?Ne yaratır o boşluğu?

"Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri

Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın

Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa’nınGözleri Elsa’nın gözleri Elsa’nın gözleri."

Bu mısraların bile dolduramayacağı o boşluk nasıl yerleşir bir insanın içine?Ş iire biraz meraklı her aşık sizin adınızı sevdiğine söylerken siz kendinizi nasıl bu kadar yalnız hissedebilirsiniz? Bu mısraları sizin için yazan adam sizi severken, siz kendinizi nasıl sevilmemiş biri olarak görebilirsiniz? Sizi böylesine aç bırakan eksiklik nedir? Bütün dünyayla doldurmaya çalıştığınız o boşluğu yaratan sanırım aslında bir kişinin sevgisinin ve beğenisinin eksikliği. Kendisinin. Bazı insanlar bilmediğim bir nedenden dolayı kendilerini istedikleri gibi güvenle sevip beğenmeyecek bir ruhla doğuyorlar. Ve, kendilerini beğenmedikleri için kendilerine kızıyorlar. Garip bir ikilik bu. Sevilmek isteyen de, sevmeyen de, sevilmediği için kızan da, sevmediği için kızılan da aynı insan, hepsi aynı ruhun içinde kendilerine bir yer buluyorlar. Bu karmaşa onları yoruyor, hırpalıyor, yalnızlaştırıyor ve diğer insanlara düşman ediyor. Bir yandan insanların sevgisini ve beğenisini kazanmak için çırpınırlarken bir yandan da o insanlara kızıyor ve kendilerini beğenenleri onların beğenmediği birini beğendikleri için, kendilerini değil de başkalarını beğenenleri de "yanlış insanları" beğendikleri için küçümsüyorlar.

"Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar

Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince

Camın kırılan yerindeki maviliğini de

Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar"

Bu mısraları onlar için yazan biri bile kurtulamıyor bu öfkeden ve küçümsemeden. Ama asıl onları tehlikeli yapan, bütün dünya tarafından sevilmedikleri için kendilerini "haksızlığa uğramış" hissetmeleri.Haksızlığa uğramış biri, bu "haksızlığı" dengelemek için her şeyi yapma hakkına sahiptir onlara göre. Ve her şeyi yaparlar gerçekten de...

Sevgililerinin bütün arkadaşlarıyla yatıp onların adını bir deftere, "bulunacak" bir deftere yazabilirler." Sevilme hastalığına" yakalanmış birinin bencilliğinin sınırı yoktur. Huzursuz, huysuz, öfkeli ve bencildirler. Tanrının şakaları bitmez. Bütün bu olumsuz özelliklerinden dolayı da çekicidirler. İnsanlar, bu "sevilme hastalarını" tanıyamaz, anlayamaz, onların kendi kendileriyle olan olağanüstü didişmeleri, kavgaları, durduk yerde yarattıkları huzursuzlukları, sürekli, neredeyse an be an değişen duyguları, "sevilmek isteyen"den "sevmeyen"e süratli geçişleri, ruhlarındaki değişik insanları birbiri ardına ortaya çıkarmaları öylesine kuvvetli bir ruhsal girdap yaratır ki buna yakından bakmaya kalkan birinin bir karanlığa yuvarlanması kaçınılmazdır."Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Zaman sensinZaman kadındır. İster ki Hep okşansın diz çökülsün hep....

Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken

Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi...

Daha beter seni kaçak

Seni yabancı bilmekten

Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan "O karanlığa yuvarlanmış bir şairin, o karanlığı yaratan bir kadına yazdığı mısralar bunlar.

Aragon, bir "kaçaklık", bir "yabancılık" olduğunu hissediyordu herhalde ama bunun sınırlarını tam da kestiremiyordu ta ki o defteri bulana, karısının bilmediği bir hayatı olduğunu keşfedene kadar...

Ama gene de "sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi" diyordu. O bıçak, asıl Elsa’nın ölümünden sonra o defterle daldı Aragon’un gırtlağına.Hiçbir soru soramadı. "Niye" diyemedi, "Niye yaptın Elsa?"Dünya edebiyatının en büyük aşklarından biri, dünyanın en büyük acılarından biriyle bitti."

Sana büyük bir sır söyleyeceğim.

Korkuyorum senden

Korkuyorum yanın sıra gidenden.

Pencerelere doğru akşamüzeri

El kol oynatışından söylenmeyen sözlerdenK

orkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden

Sana büyük bir sır söyleyeceğim.

Kapat kapıları

Ölmek daha kolaydır sevmekten

Bundandır işte benim yaşamaya katlanmamSevgilim"Aragon, "ölmenin sevmekten daha kolay" olduğunu Elsa’nın ölümünden, sırrının aydınlanmasından sonra daha iyi anladı.

Ve hiçbir zaman soramadı.

"Niye Elsa, niye yaptın bunu?"

3 Ağu 2007

ADI:GÜL

Gülü vurmuşlar Gül Sokağı’nda,
Uzanmış üç adım yatıyordu gül...

Bir adam usulca bir uçuruma,
"Sevi için" deyip atıyordu gül...

Ve bir kız kanatıp hüznü boyuna,
Hepten sevgisizlere satıyordu gül...

Gülü vurmuşlar Gül Sokağı’nda,
Uzanmış üç adım yatıyordu gül...

ARKADAŞIM BADEM AĞACI

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Açarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hemde bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koo desinler bize şaşkın
Sonu gelmesede hiç bir aşkın
Açalım yinede çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya

Aziz NESİN

30 May 2007

En yüksek dağlara tırmanan, bütün bu dramlara ve dram ciddiyetine güler.

Cesur, kaygısız, dalga geçen ve zorlu, "hikmet" bizim böyle olmamızı ister.

Hikmet bir dişidir ve sürekli zafer kazananı sever.

Bana diyorsunuz ki: "Hayatı sürüklemek güçtür".

Fakat tan ağarırken gelen gururunuz ve akşamki teslimiyetiniz neye yarar?

Hayatı sürüklemek güçtür.

Öyleyse pek nazlanmayın.

Biz hepimiz dayanıklı erkek ve dişi eşekleriz.

Vücudunun üzerinde bir damla çiğ var diye titreyen bir gül goncasıyla ortaklaşa neyimiz var?

Gerçekten, hayatı severiz.

Fakat yaşamaya değil sevmeye alıştığımız için.



Freidrich Nietzsche

YAŞAM

Yaşamın adil olmadığını anlaması için kişinin yeterince büyümesi gerekir.

Yalnızca içinde bulunduğumuz durumda yapabileceğimizin en iyisini yapmamız gerekiyor

Stephen HAWKİNG

KADINLAR


Bir şey ne kadar soylu ve mükemmel ise onun olgunluğa erişmesi de o kadar geç ve yavaştır.
Erkek akli melekesinin ve ruhi kabiliyetlerin olgunluğuna yirmi sekizinden önce nadiren ulaşır, kadınlar ise henüz on sekiz yaşlarında.

Fakat kadınların durumunda bu çok zayıf ve dar sınırlar dahilinde gerçekleşir.

Bu sebepten ötürüdür ki kadınlar bütün hayatları boyunca çocuk kalırlar, çünkü her zaman içinde bulundukları ana sıkı sıkıya bağlı kalarak sadece kendilerine en yakın olanı, olmak üzere olanı görürler.
Gerçek yerine bir şeyin görünüşüne teslim olurlar ve en önemli işlere karşı önemsiz şeyleri tercih ederler...

Her ne kadar tersi iddia edilse de aşk cinsellikle yakından ilgilidir.
İnsanın kendisinde bulunmayan şeye çekilmesi: erkeğin letafet ve doğurganlığa, kadının kuvvet ve cesarete
İnsan türünün ve genel olarak canlıların karşı cins ile ilişkisinde -bilinçli veya bilinçsiz- doğacak çocuğun menfaatlerini baz alarak hareket eder.
Mesela çok güzel de olsa aptal bir kadın bize çekici gelmez.
Çünkü doğuracağı-yetiştireceği çocuk açısından bakarız ona.
Ondan çocuk sahibi olmayı düşünmesek de "Doğacak çocuk" olgusu cinsel bilinçaltını domine eder.

Arthur Schopenhauer

15 May 2007

BAKIŞ AÇISI - Robert de Vincenzo

Golfün Arjantinli yıldızı, Robert de Vincenzo, birincilik aldığı bir turnuva sonrası, arabasına yürürken yanına bir kadın yanaşır.
Kadın başarısını kutladıktan sonra, ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu ve paraya ihtiyacı olduğunu anlatır.
Bu öykü başarılı golfçüyü derinden etkiler ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını bu çaresiz kadına uzatır.
Çeki eline sıkıştırırken de ona, "Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" der.
Ertesi hafta, kulüpte öğle yemeği yerken, bir görevli yanına gelir;
- Otoparktaki görevli çocuklar bana geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanına bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunu söylediler.
De Vincenzo, "evet" anlamında başını sallar.
- Sana bir haberim var. O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok.
-Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?
-Hayır, yok.
-İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber!!!

"AYNI PENCEREDEN DIŞARI BAKAN İKİ ADAMDAN BİRİ, SOKAKTAKİ ÇAMURU, DİĞERİ İSE GÖKTEKİ YILDIZLARI GÖRÜR... " Frederick Langbridge

LAO TZU' NUN HİKAYESİ

Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış
Köyde bir yaşlı adam varmış.. Çok fakir.. Ama kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki..
Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış...
- "Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep..."
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış...
- "Seni ihtiyar bunak... Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..
İhtiyar : - "Karar vermek için acele etmeyin" demiş... Sadece "At kayıp" deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz... Çünkü bu olay henüz bir başlangıç... Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..
- "Babalık" demişler.. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.."
- "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç..Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?.."
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden aptal" diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmisler ihtiyara...
- "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler..
İhtiyar : - "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu... Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çagırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş....
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık,ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, Şansmış meğer.."
- "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında:
- "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Akıl insanı daima karara zorlar ve gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

30 Nis 2007

BUNUN ADI NE ? / Salome_Nietzsche_Ree
























Salome elinde çiçekli bir kırbaçla, önde ise Nietzsche ve Ree..

SALOME'YE
Öyle bir hayat yaşıyorum ki
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan;
anladım...

NIETZSCHE

19 Nis 2007

Velazquez-"Las Meninas" / Pablo Picasso


Hayatta hiçbir şey Velazquez 'in resmi kadar belirgin ve net değildir. Hayat, bize gerçekleri Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Velazquez' in resmini görebilenlerimiz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkardıkları için gerçekleri hiçbir zaman göremeyecek.

18 Nis 2007

Aşk, iki yaranın birbirine değmesidir.../Cezmi ERSÖZ

En uzun gecede doğdun sen,
ıslak, karanlık, herkesin kendi yalnızlığına çekildiği…
Annen söylemişti karanlık bir gecede,
Bu kızın yüzü hiç gülmeyecek diye.
Güzelliğin umutsuz gecelere rakip gibi büyüdü,
Sen güzelleştikçe hayat dönüp dönüp,
doğduğun o ıslak, uzun o karanlık geceye gelip durdu.
Beni seçmenden belli.
O uzun, ıslak o karanlık gecemde yıllardır duruyordum ben de.
Aşk diye soruyordun
İki yara demiştim ya, işte değdi…

İki Yara Demiştim ya, İşte Değdi…/Cezmi ERSÖZ

Garip bir pırıltı yayar etrafa. Bu pırıltının nereden geldiğini anlamazsınız. Baştan aşağı sarar sizi. Bir masaldan yapılmış gibidir sanki. Hiçbir şeye hayır demez…Her şey kabulüdür… Sizinle bütün uzak yollara çıkmaya hazırdır. Öyle yorgun düşmüşsünüzdür ki önünüze çıkarılan engellerden tutarsınız hemen size uzattığı elini ve hiç bırakmak istemezsiniz….O el ki o güne dek yaşadığınız tüm hasretlerden yapılmış gibidir…Öyle güzel gülümser ki, bu gülümseyiş çocukluğunuzdan o güne dek içinizde taşıdığınız bütün mahrumiyetleri bir anda ışığa boğar. . Öyle bir ışıktır ki bu kalbinizde gizli bir ölüm gibi sakladığınız o uçurumu bir anda görünmez kılar…
Sizi tutan elini hiç bırakmayacağına inanarak bu uçurumun üzerine usulca bırakırsınız kendinizi…Bir anda dünyanın iyi ve yaşanılır bir yer olduğunu düşünmeye başlarsınız…Siz yıllardır kendinizi dört bir duvarın içinde tutsak hissederken sihirli bir el duvarlarınızın içindeki kapıları birer birer açmaya başlar… Dünyanın ne kadar büyük, gökyüzünün ne kadar geniş olduğunu görüp, şaşarsınız buna. Ve hiç hayıflanmazsınız neden onca yıl bunu far edemediğinize…Geç de olsa gelmiştir ya o ışık, tutmuştur ya o elinizden, bir anda silinir o çileli geçmişiniz.. Kötü, acı, ürkütücü ne yaşamışsanız o şefkat dolu tebessüm tarafından bir bir temize çekilir..O hayat hikayeniz bir bir temize çekilir…Üzerinizden korkunç bir yük kalkmıştır sanki… Birisi hayatınıza girmiş sizin yerinize acılarınızı, unutmak istediklerinizi, pişmanlıklarınızı alıp sizden uzaklara, bilinmezliklere götürmüştür..Çocuklaştırmıştır sizi adeta…Sizi zırhlarınızdan , korkularınızdan soymuştur…Sizi aslında neyseniz o hale getirmiştir.. Uzun yıllar önce, belki de bu dünyada hiç var olmadan önce ait olduğunuz yere göndermiştir…Varlığınızın öbür parçasıyla buluşturmuştur sizi…Daha doğmadan önce nereden ve nasıl koptuğunuzu göstermiştir size…Bu yüzdendir işte onunla sevişirken kendinizi tutamayıp ağlayışınız…Kopuk, köksüz bir parça değilsinizdir artık bu dünyada…Bir yer vardır size ait, onu yıllardır bu kadar derinden özlemeniz boşuna değildir…İşte o bunu kanıtlamıştır size…Belki de ilk kez ölümden hiç korkmadığınızı hissedersiniz…Çünkü artık ölünce nereye gideceğinizi iyi bilirsiniz: Varlığınızın o koptuğu yere.
Artık her yer size aittir. Gitmediğiniz, görmediğiniz yerler bile…Öldükten sonra binlerce kez yeniden doğacağınızı hissedersiniz. Sonsuz bir döngüdür zaman, nereye gitseniz hep elinizden tutacak olan…Hiç beklemediğiniz anlarda sizi düşlere boğacak olan....
(yazının devamı için rsentuna@hotmail.com)

BAZEN


Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...


William Shakespeare